• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/pages/Ders-Akademi/1405878436342260

Üyelik Girişi

Bozkurt Destanı

Bozkurt Destanı
Bozkurt Destanı, aslında Çin sülalelerinin resmi tarihlerinde anlatılan dolayısıyla Çince dile getirilen üç farklı mitolojik hikâyeye verilen ortak addır. Bu üç hikâyede ortak bir temanın bulunması, bunların Bozkurt Destanı olarak adlandırılması sonucunu doğurmuştur. Aşağıdaki metin, Çin sülalelerinden olan Sui ailesinin resmi tarihinden alınmıştır. Günümüz Türkçesine yapılan çeviri -metinde kullanılan noktalamalar ve kelime yazılışları dâhil- Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’e aittir.

Bazıları şöyle derler: Bir rivayete göre (Göktürklerin) ilk ataları, Hsi-Hai, yani Batı-Denizi’nin kıyılarında oturuyorlardı. Lin adlı bir memleket tarafından, onların kadınları, erkekleri, (çocukları ile birlikte), büyüklü küçüklü hepsi birden yok edilmişlerdi. (Türklerin hepsini öldürdükleri halde), yalnızca bir çocuğa acımışlar ve onu öldürmekten vazgeçmişlerdi. Bununla beraber onun da kol ve bacaklarını keserek, kendisini “Büyük Bataklık”ın içindeki otlar arasına atmışlardı. Bu sırada dişi bir kurt peyda olmuş ve ona her gün, et ve yiyecek getirmişti. Çocuk da bunları yemek suretiyle kendine gelmiş ve ölmemişti. (Az zaman sonra) çocukla kurt, karı-koca hayatı yaşamaya başlamışlar ve kurt da çocuktan gebe kalmıştı.

(Türklerin eski düşmanı Lin Devleti, çocuğun hâlâ yaşadığını duyunca) hemen adamlarını göndererek hem çocuğu ve hem de kurdu öldürmelerini emretmişti. Askerler kurdu öldürmek için geldikleri zaman, kurt onların gelişlerinden daha önce haberdar olmuş ve kaçmıştı. Çünkü kurdun kutsal ruhlarla ilgisi vardı ve (daha önce onlar vasıtası ile haber almıştı).

Buradan kaçan kurt, (Batı) Denizi’nin doğusundaki bir dağa gitmişti. Bu dağ, Kao-ch’ang (Turfan)ın kuzeybatısında bulunuyordu. Bu dağın altında da çok derin bir mağara vardı. (Kurt, buraya gelince) hemen bu mağaranın içine girmişti. Bu mağaranın ortasında büyük bir ova vardı. Bu ova, baştanbaşa ot ve çayırlıklarla kaplıydı. Ovanın çevresi de aşağı yukarı 200 milden fazlaydı.

Kurt, burada on tane erkek çocuk doğurdu. (Göktürk Devleti’ni kuran) Aşina ailesi, bu çocukların birinin soyundan geliyordu.

… Taşa oyulmuş yazıtta şöyle deniyordu: Kara – Korum çaylarından sayılan iki nehir vardı. Bunlardan birine Toğla diğerlerine de Selenge adı verilirdi. Bu nehirler akarak Kamlancu adlı bir yerde birleşirlerdi. Bu iki ırmağın arasında iki tane ağaç vardı. Bu ağaçlardan biri fusuk ve diğeri de Farsların naj dedikleri ağaca benziyordu. Kışın bile bunların yaprakları servi gibi dökülmezdi. Meyvesinin tadı ve şekli ise tıpkı çam fıstığınınkine benzerdi. Öbür ağaca da Tur ağacı derlerdi. Bu iki ağaç da iki dağın arasında yetişerek büyümüştü.

Bir gün bu iki ağacın arasına gökten bir ışık inmişti. Bunun üzerine iki yandaki dağlar yavaş yavaş büyümeye başladılar. Bu durumu gören halk ise hayretler içinde kalmıştı. İçlerinde büyük bir saygı duyarak Uygurlar oraya doğru yaklaştılar. Tam yaklaştıkları sırada kulaklarına çok tatlı ve güzel müzik nağmeleri gelmeye başladı. Her gece buraya bir ışık inmeye ve ışığın etrafında da otuz defa şimşek çakmaya başladı. Diğer bir gün de aynı yerde ayrı ayrı kurulmuş beş tane çadır gördüler. Bunların her birinde birer çocuk oturuyordu. Her çocuğun karşısında da onları doyurmaya yetecek kadar süt dolu emzikler asılıydı. Çadırın tabanı da baştan aşağıya kadar gümüşle döşenmişti.

Bütün boyların reisleri ve halkları bu garip şeyi görmek için yerlerini bırakıp koşmuştu. Bu manzarayı görünce saygıyla diz çöküp selam verdiler. Biraz sonra da çocukları alarak dışarı çıktılar. Besleyip büyütül- meleri için de onları sütannelerine ve dadılarına verdiler. Her fırsatta onlara saygı gösteriyor ve ikramda bulunuyorlardı. Çocuklar artık süt çocuğu olmaktan çıkıp da konuşmaya başlayınca Uygurlardan anne ve babalarını sordular. Onlar da çocuklara o iki ağacı gösterdiler. Bunun üzerine halk, çocukları alıp ağaçların yanına gitti. Çocuklar ağaçları görünce onlara tıpkı evladın babasına gösterdiği saygıyı gösterdiler. Ağaçların karşısında diz çöktüler ve yeri öptüler. Bunun üzerine ağaçlar da dile gelip şöyle dediler: “Güzel huy ve iyi özelliklerle bezenmiş çocuklar böyle olurlar ve anne ile babalarına böyle saygı gösterirler. Ömrünüz uzun, adınız ünlü ve şöhretiniz de devamlı olsun!”

O bölgelerde yaşayan bütün kavimler bu çocuklara hükümdar oğullarıymış gibi saygı gösterdiler. Çocukların doğdukları yerden şehre dönülünce onların her birine birer ad koydular. En büyüğünün adı Sonkur-Tegin, ikincisinin adı Kotur-Tegin, üçüncüsünün adı Tükel-Tegin, dördüncüsünün adı Or-Tegin, beşincinin adı da Bökü-Tegin oldu. Çocukların doğuşundaki kutsal durumu görenler, bunlardan birinin hükümdar olarak seçilmesi kanaatine vardılar. Çünkü bunlar, Tanrı tarafından bu iş için gönderilmiş olmalıydılar.

Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı’nın bir parçasıdır ve Göktürkler çağını konu alır. Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı’nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır. Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı’nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Destanı’nın devamı, Ergenekon Destanı’dır.


Yorumlar - Yorum Yaz